Çok değerli konuklar ve sevgili öğrenciler;
Ulusal Şehir ve Bölge Planlama Öğrencileri’nin Buluşması’nın başarılı geçmesini ve ülkemiz için hayırlı olmasını dileyerek sözlerime başlamak istiyorum. “Kimlik” başlıklı bu çalışma İstanbul’un en eski yerleşim yeri olan üç bin yıllık Eminönü’nün Belediye Başkanı olarak beni fazlasıyla mutlu etti. Ülkemizdeki tüm üniversitelerden Şehir ve Bölge Planlama Öğrencilerinin İstanbul’da buluşup “kimlik” teması üzerine şehri konuşmaları gerçekten heyecan verici. Bizans’tan Osmanlı’ya, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e değişerek ve dönüşerek gelen İstanbul’un ve İstanbullu’nun kimliğini doğru anlamak ve doğru değerlendirmek zorundayız.
Konuklarımız arasında Anadolu’dan gelen öğrencilerimizin olduğunu bildiğim için biraz Eminönü hakkında bilgi de vermek istiyorum. Eminönü, bildiğiniz gibi tarihi yarımadanın en önemli anıt yapılarının bulunduğu bir bölge. Yüzölçümü açısından ülkemizin en küçük ilçesini tarihi zenginlik açısından herhalde bir başka şehrimizle kıyaslamak bile mümkün değil. Hatta Dünya’nın bir başka şehriyle bile kıyaslamak çok zor. Üç bin yıldır yaşayan ve bu tarih boyunca hep Dünya’nın yönetimine yön veren bir merkez olması dolayısıyla Eminönü çok önemli. 28 Mart’ta göreve gelen ve birinci yılını doldurmak üzere olan bir Belediye Başkanı olarak bu tarihi derinliği ve zenginliği yüreğimizde hissederek kararlar aldığımızın bilinmesini istiyorum. Yerel yönetimler olarak özellikle de tarihi kentlerin yönetimi konusunda ciddi sıkıntılar yaşıyoruz. Yönetimde çok başlılığın ve yetki karmaşasının bu kadar yoğun olduğu bir kent yönetimi yoktur. Çünkü Eminönü’nde Topkapı Sarayı’na gidersiniz Kültür ve Turizm Bakanlığı ile karşılaşırsınız, Sultanahmet Meydanı’nı gezersiniz Büyükşehir Belediyesi ile karşılaşırsınız, Süleymaniye’ye uzanırsınız Vakıflar Genel Müdürlüğü karşınıza çıkar. Zaten çok küçük olan ilçede yönetim güçleri açısından çok başlılık vardır. Kurumlar arasında ilişkiyi ve işbirliğini en üst düzeyde dahi tutsanız yine de sorunlarla karşılaşmamanız mümkün değil. Bu açıdan tarihi yarımadanın yönetiminin yeniden gözden geçirilmesi ve daha sağlıklı bir model bulunması gerekiyor.
Sizler Şehir ve Planlama öğrencilerisiniz. Biliyor musunuz ki, İstanbul’un bu en eski merkezinin hala kabul edilmiş bir imar planı yok. Nihayet Anıtlar Kurulu’nda kabul edilen 1/5000 ve 1/1000’lik imar planları yürürlüğe girecek. Bu planın yürürlüğe girmesi için de daha uzun bir sürecin sonuçlanması gerekiyor. Yani biz daha tarihi yarımadanın imar planını başaramadık. Böyle olunca da korumak ve yaşatmak mümkün olamıyor. İş biraz da asayiş sorununa dönüşüyor. Polis ve zabıta güçleriyle bir şehrin dokusunu korumaya kalkarsanız eksik yapmış olursunuz. Programınızda yer aldığını biliyorum. Süleymaniye’ye ve Sultanahmet’e gideceksiniz ve göreceksiniz. Tarihi dokuya karşı ne kadar acımasız davrandığımızı. Anıt yapılarımız bile ayakta kalmakta zorlanıyor. Salt ekonomik gerekçelerden kaynaklanmıyor bu durum. Büyükşehirlerimiz 1950’li yıllarda başlayan göç dalgasıyla ciddi bir alüst oluşu yaşıyor. Şehirlerimizi planlayamadığımız gibi, bu göçle gelen insanlarımızı da şehre hazırlayamıyoruz. Ben 9 yaşında Malatya’dan İstanbul’a geldim. İstanbul’da ilk tanıdığım yer Eminönü’ydü ve hala burada yaşıyorum. Fakat bugün Eminönü’nde yaşanlara göz attığım zaman başka bir gerçekle karşılaşıyorum. İnsanlarımız Eminönü’nden uzaklaşıyor. İkamet eden nüfus her geçen gün azalıyor. Sadece ticaretin yoğunluğundan kaynaklanmıyor bu durum. Çünkü Eminönü’nde çöküntü bölgeleri oluşmuş ve burada insanlarımız çok sağlıksız şartlarda yaşıyor. Aileler ise şehrin başka yerlerine göç ediyor. Yaptığmız araştırmalar sonucunda gördük ki, Eminönü’nde her 5 yılda bir seçmenlerimizin yüzde 40’ı değişiyor. Yani beni bu seçimde Eminönü Belediye Başkanı yapan seçmenlerin yüzde 40’ını bir sonraki seçimde bulamayacağım. Sadece bu durum bile istikrara darbe vuruyor. Üstelik de gündüzleri üç milyon insana hizmet veren bir belediye başkanını akşamları ilçede kalan 50 bin kişi belirliyor. Son seçimde seçmen sayımız 16 bin civarındaydı. Eminönü’nün sosyo – ekonomik durumu hakkında verdiğim bu bilgilerin ardından biraz da kimlik sorununa değinmek istiyorum. İstanbul’da bugün ciddi bir kimlik sorunuyla karşı karşıyayız. Bu hepimizin kabul ettiği bir gerçek. İnsanlarımız aidiyet sorunu yaşıyor. Şehre göçlerle gelen insanlarımızı şehrin tarihi ve kültürüyle buluşturamadığımız için sahiplenme duygularını da güçlendiremiyoruz. Hala pek çoğumuz kendini İstanbullu kabul etmiyor. Doğduğu şehirle veya ailesinin şehriyle nitelendiriyor. Ben bunu bir sorun olarak kabul etmiyorum. Çünkü ben de kendimi Malatyalı olarak ifade ediyorum ama geldiğim günden itibaren şehirle ilişki kurmak, şehrin kültür haritasını tanımak için çaba gösterdim. Kimliğimizi oluşturan ve ona değer katan da zannedersem budur. Son yıllarda dikkatimizi çeken ve hepimizi de sevindiren bir gelişme gözlemliyorum. İnsanlarımız artık yaşadıkları şehre sahip çıkmaya başlıyorlar. Şehri tanımak ve korumak bilinci de güçleniyor. Bu değişimi yayınlarda, etkinliklerde görmek mümkün. Televizyonlar, gazeteler, sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları, belediyeler ve diğer kurumlar hep şehri ve bu şehrin insanlarını öne alan çalışmalar yapıyorlar, kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar. Bu güzel toplantının da şehrimizi tanımaya ve kimliğimizi daha doğru algılamaya katkısı olacağına inanıyor, tüm katılımcılara saygılarımı sunuyorum. Toplantıyı düzenleyen üniversitelere ve öğrencilerimize de ayrıca teşekkür ediyorum.